6 Mart 2012 Salı

GİTMEK...

Varsayalım sen gittin bende gittim ?
Ne olacak ?
Ayrılık mı ?
Kaçış mı ?
İsyan mı ?
Peki birbirimize verdiğimiz sözler ne olacak ?
Hani süsleyip süsleyip birbirimize sattığımız o sözler.
Sen başka ruhlarda ve bedenlerde olacaksında ben olmayacakmıyım ?
Kaç bedende unutacaksın beni ?
Kaç bedende unutacağım seni ?

Hiç için sızlamayacakmı radyoda bizim şarkımızı duyduğun zaman ?
Hiç içim sızlamayacakmı sensiz uyuduğum yatağımızda ?
Seviyormuydun gerçekden beni ?
Aşıkmıydım gerçekden sana ?


Hayat ne kadar hızlı değilmi sevgilim, unutulmuşum unutulmuşsun....

Gitmek kimi zaman kalmakdan daha mantıklıdır. Kalıp suratımıza maskeler takıp çok sevsekde, acılar çekip kıvranmamızdan daha iyidir. O gitme anları geldiğinde herşey tersine dönüp, o çok sevdiğiniz aşkınız, canınız bir anda dünyadaki en nefret ettiğiniz kişi oluverecekdir. Bunca zamandır geçirdiğiniz güzel günler aslında hiç yaşanmamışdır artık. En yakın arkadaşlarınıza kötüleme kampanyası açıp, sürekli kendinizi haklı çıkaracak açıklamalarda bulunursunuz. Düşmanınız sizin safınızdan bir arkadaşınızla görüşmeye devam ediyorsa ''ya o ya ben'' tavrınızı pat diye ortaya çıkarıverirsiniz, isteksizce. İsteksizce çünkü bu sizin için bir avantajdır aslında. Düşmanınızın hamlelerini, düşüncelerini ve ne kadar acı çektiği öğrenme şansınız olacakdır. 

 Ama en yakın arkadaşınız size bilgi yerine yalan yalnış şeyler vericekdir, çünkü arkadaşınız aslında yavşağın önde gidenidir. Siz sevgilinizle birlikde olduğunuz sürece onunla görüşmemiş, aramamışsınızdır. Bu yüzden yavşak arkadaşınız kendinde bu hakkı bulacak ve sizin ağzınıza sıçacakdır kendince. Bunların dışında arkadaşınız, sizin acı çekmenizden memnundur, çünkü kendiside yalnızdır, acılarına yandaşlar aramakdadır. 

 Arkadaşınız etkeni dışında, sevgilinizi sosyal plartformlardan sildiğiniz için bir haber kaldığınızdan, sessiz sedasız sahte profiller açıp onu takip etme gayesinde olacaksınız. En sevdiği hırkayı zorla elinden aldığınızı unutup o hırkayla yatıp kalkacaksınız. Kimi geceler o hırkayı onun üzerinde hayal edip sevişeceksiniz kendinizle. O hırka o kadar değerli olacakki aranızdaki tek bağ olarak kalacak bir hazineye dönüşecekdir. Sevgiliniz fotoğraf çektimeyi sevmediği için elinizde, öyle yada böyle kalan fotoğraflara sığınıp, aşkı içinizde yaşayacak, dışarıya aslan kesileceksiniz. Yer yer küfürler edeceksiniz. En zor anlarınızdan ondan telefon bekleyip derdinize derman olmasını bekleyeceksiniz, ama avcunuzu yalayacaksınız. 

 Bir dönem sonra o çok sevdiğiniz adamın, sizi sevdiği dönemlerdeki cennetlik şefkatini, aşkını unutup dünyanın en duygusuz insanı olarak anacaksınız. Onun ne düşündüğünü ne söylediğini asla bilemiyecek ve bu yüzden daha çok sinirlenip saldıracaksınız, ama bir arpa boyu kadarda yol alamıyacaksınız. Aşkınızı, sevginizi, duygularınızı derinlere gömmek için başka tenler, başka ruhlar, başka aşkalar arıyacaksınız. Ama ilk bulduğunuz kişide aynı düşmanınıza benzeyecek her haliyle ve bir kere daha yıkılacaksınız sessizce. Kaçamayacaksınız bu yazdıklarımdan. Hiç bir ayrılıkda iyi taraf yokdur asla. Her ayrılık dünyaya iki kötü armağan etmiş olacakdır. Kötüler çoğaldıkça acılar azalıcakdır, çünkü artık sizde kötüler arasında yer almış olacaksınız.


(KENDİME İTİRAFLARIM)

06.03.2012 SALI
01:45
TAKSİM

4 Şubat 2012 Cumartesi

BARIŞ MANÇO

Barış Manço diye başlayan bir yazı beni o kadar heyecanlandırıyorki ellerim titiriyor gözlerim doluyor ama sonra yediden yetmişi ve adam olacak çoçukları hatırlayıp kocaman gülümsüyorum. Çünkü Barış abi asla ağlamamızı istemez ve dayanamazdı.



 Bir nesil onunla büyüdü onu dinledi onu idol kabul etti kendine. Uzun saçları,ilginç yüzükleri ve cesaret gerektiren harika kıyafetleri ile Türkiye'yi modernleşme yoluna sokan kahramanlardan bir tanesiydi o. Gitmediği ülke gezmediği şehir nerdeyse kalmamıştı. Bir tek Türkiye'nin değil tüm Dünya'nın Barış abisiydi o. Adı gibi gittiği her ülkeye elinden geldiğince Barış'ı aşıladı. Belki onunla büyüyyen nesil ilkkez İngilizceyi,Almancayı,Fransızcayı ve en önemlisi Japoncayı ondan duymuş ve öğrenmişti. O bir KAHRAMANDI hepimiz için.

 Birbirinden harika şarkılarıyla hepimizi ağlatmış yada güldürmüştür. Bir insan bir sürü insanın ağzına ''Oku Bakıyım AYI''  ve ''Arkadaşım Eşşek'' şarkılarını dolayabilirdi, oda BARIŞ MANÇO'ydu. Sizlere uzun uzun Barış Manço'yu yazmak anlatmak isterdim ama o tarihi kahramanı benim ne kelime haznem yeter anlatmaya nede aklım.

 Üç Şubat Cuma günü Kadıköy Shaft Rock-Blues&Jazz Clubde Barış Manço'yu anma gecelerinden bir tanesi gerçekleşti. Bu güzel organizasyonu  Barış Manço 7’den 77’ye Doludizgin Barış ve Sevgi Derneği  ve pırlanta kalbli oğlu Doğukan Hazar Manço gerçekleştirdi. (Tabiki Batıkan Zorbey Manço'da var ama askerde olduğu için etkinlikde yer alamadı.) 

 Bu özel gecede öne çıkan isimlerden birtanesi Zeynep Türkeş'di. Barış Manço sevgisini daima sevenleriyle paylaşan, Barış Manço'nun ölümünden kısa süre sonra onu unutturmamak adına''Emir Allah'dan Geldi'' isimli bir şarkı yazarak klip çeken ve daima tüm Barış Manço organizasyonlarına katılan Zeynep Türkeş, Doğukan Hazar Manço'nun kendisine sarılıp teşekkürlerini iletmesi anında duygusal anlar yaşadı. Zeynep ''Barış abi bizleri asla terketmedi şu an burda hatta herşey Barış Abi için'' diyen Zeynep Türkeş geceye Barış Manço'nun birbirinden değerli  şarkılarını söyleyerek devam etti. 
                                       
     
                                           Barış Manço Anma Gecesi Zeynep Türkeş Sahnede.

  Zeynep Türkeş'in yanı sıra yine Barış Manço sevgisiyle grup Takılmaca olarak düzenleyip söyledikleri Barış Manço şarkısı ''Domates,Biber,Patlıcan'' ile dikkatleri üzerine çeken Koray Çapanoğlu'da gecenin önemli konukları arasındaydı. 


                                  Barış Manço Anma Gecesi Koray Çapanoğlu Sahnede.

  Ayrıca geceye Barış Manço'nun yıllarca birlikde çalıştığı Kurtalan Ekspres,Murat Evgin,Murat Kekilli,Krank Mili,Devrim Altanay,4x4 grubuda konukların arasındaydı. Sanatçıların Barış Manço şarkıları seslendirdiği bu özel gecede Doğukan Hazar Manço'da babasının eski kayıtlarını canlı performansla mixleyerek izleyicilere müzik ziyafeti çektirdi. Gece sohbet ve müzikle son buldu.


 Otuzbir ocakda başlayan etkinlikler on şubata kadar devam edecek. Etkinlikleri ve  Barış Manço 7’den 77’ye Doludizgin Barış ve Sevgi Derneğini takip etmek için Tıklayın


Barış Manço Anma Gecesi Doğukan Manço Sahnede.

 Bu güzel organizasyonda Barış abinin şarkılarıyla eğlenmek çok güzeldi. Nazik daveti ve ilgisinden dolayı Hülya Öksüz'e sonsuz teşekkür ederim.


Zeynep - Emir Allah'dan Geldi Şarkısını Dinlemek İçin Tıklayın

Koray Çapanoğlu ve Takılmaca Grubu - Domates Biber Patlıcan Dinlemek İçin Tıklayın

3 Şubat 2012 Cuma

KRALİÇE MARGOT

(18 Mayıs 2008'de yazılmıştır) 
  Efendim yatağıma uzandım ve yeni aldığım phılıps dvd ile ilk filmimi izlemek üzere bastım kumandanın play tuşuna. Yine uzun yıllar önce izlemem gereken ama ön yargılarımın olduğu bir film seçmiştim. Nedense sıkıcı bir film olduğunu düşünüyordum,ama yanılacak ve kendimden utanacak ve bir daha asla hiçbir filme ön yargılı olmayacağıma dair söz verecektim,filmin sonunda kendime :)

  La Reine Margot filmimizin adı. Hemen söylemeliyim kostümler ve mekanlar o kadar kusursuzduki ağzım açık kaldı. Ana karakterler dışında yardımcı oyuncular ve figüranlarda cesurca oynamışlar ve fevkaladenin fevkinde bir film ortaya çıkarmışlar. Daha öncede cesur filmler izlemiştim ama bunun yeri ayrı kalacak bendenizde.

 Filmde kim kiminle ne yapıyor anlamıyorsunuz ama o kadar cesur sahneler varki sonunda hepsini bir araya toparlayınca birden başınızda bir ampul beliriyor ve anlıyorsunuz neyin ne olduğunu. Filmi size şöyle özetliyebirim. Fransa ağustos 1572 de din savaşı yüzünden harap edilmiş. Kral dokuzuncu Charles de bu savaşın sonlanmasını sağlayacak planın kız kardeşi Margot'u Protestan olan Henri De Navarre'yle evlendirmek olduğunu düşünmeye başlar. Tabikide Annesi,erkek kardeşleri ve saray büyükleride böyle düşünmesi için baya bir zorlarlar dokuzuncu Charles'i. Düğün günü Parise binlerce protestan gelir davetli ve davetsiz olarak. Düğün olur ve altı gün sonra Margot'un annesi Catherina de Medic'in entrikaları ve kışkırtmalarıyla Aziz Bartholomew katliamı gerçekleşir. Düğün için Parise gelen binlerce Protestan zalimce ve gaddarca öldürülür. La Mole adlı bir Protestan kurtulur ve daha önce Margot'un sokakta seviştiği kadın olduğunu bilmeden ona sığınır. Margot onun bakımını üslenir tabikide Aşık'da olur...

  Margot sarayda her gün farklı erkeklerle yatan hatta kardeşleriyle bile birlikte olan gününü gün eden bir kadındır. Tabikide karşısına La Mole çıkıncaya kadar. 

Filmin içeriğinde aşkı,şiddeti,entrikayı,ihaneti, katliamı ve aile içi ilişkileri(enses) bulabiliyorsunuz. Bence izlenmesi gereken ender filmlerden biri efendim. Alexandre Dumas'nın büyük eserinden usta Fransız yönetmen Patrice Chereau'nun sinemaya uyarladığı 1994 yılı yapımda Fransa'nın birbirinden usta aktör ve aktrisler rol almışlar. Onaltıncı yüzyılın Fransa'sına yöneltilmiş sert ve etkili bir bakışla birlikte cesur sahnelerin yer aldığı filmin müziklerini Saraybosna doğumlu ünlü müzisyen Garon Bregovic hazırlamış. Gösterime çıktığı 1994 yılının en çok gişe hasılatı yapan filmin 1994 yılı Cannes Film Festivali jüri özel ödülü,en iyi kadın oyuncu ödülünü almış. 1995 yılında Cesar Ödüllerindede en iyi kadın oyuncu,en iyi görüntü,en iyi kostüm,en iyi yardımcı erkek oyuncu,en iyi yardımcı kadın oyuncu ödüllerini toplamış. Benden bu kadar efendim alın dvd'sini izleyin. Ama sakın korsan dvd almayın eğer korsan alırsanız ekstralar bölümünden mahrum kalacaksınız. 

Paris’te kanlı gece...

“Kraliçe Margot” 

Orj: La Reine Margot 
Yön: Patrice Chereau 
Oyn: Isabelle Adjani, Daniel Auteuil, JeanHughes Anglade, Vincent Perez,


DERTLEŞMEK...

 Bu yazımı okurken lütfen beni hayal edin ve sanki karşınızdaymışım gibi hissederek okuyun. Ozaman şefkatinizi hissedeceğim.

 Hayatım boyunca hep bocalamak dan ve yerimde saymakdan korktum. Hiç bir zaman dün olamazdım ben. Mesela eski arkadaşlarım beni uzun süre görmediğinde ilk karşılaşmamızda ''aaa ne kadar kilo almışsın'' yada ''aaaa ne kadar zayıflamışsın'' gibi yarım alma gönül alma muhabbetlerini girmeliler. Asla ''yau seneler seni hiç değiştirmemiş'' dememeliler. Zaten bunu diyenler yalan söylemiş olurlar. Seneler beni sizi hepimizi iyi yada kötü değiştirmiştir. Kimse aynı kalma lüksüne sahip değil malesef. Dün düşündüklerimiz bugün olmuş yada olmamış olabilir ama biz hızla değişen hayat sistemine yenik düşmüşüzdür. Ben Aydın'da yaşadığım dönemlerde her ne kadar ufku geniş bir çoçuk olmuş olsamda İstanbul'da hayatımın geri kalanını yaşayacağımı düşünmezdim. İmkansızlıklarınız olmuştur sizlerin de mutlaka. Benim imkansızım İstanbul'du. Öyleki fakir ve dağılmış bir ailenin ferdi olmama rağmen hep yüzüm gülmüştür. Hayata daima kocaman gülümsemiş olmam beni bugün bu öz eleştirileri yapabilecek bir kıvama getirmişdir.
 Parayla mutluluk olmadığını bilenlerden olmuşumdur hep. Annem ve babam ben ortaokul dönemindeyken ayrılmışlar buda sanki benim aradığım fırsatmış gibi ailemden uzaklaşmış tekil bir hayat yaşamaya başlamıştım. Anneme yıllarca kızmışdım babamdan ayrıldığı için. Ama yıllar sonra anladım ki annem aslında babama fazlasıyla taahamül etmiş. Ailece güldüğümüz eğlendiğimiz tek şey rahmetli Kemal Sunal filmleriydi. Bir aile düşünün ki asla birlikde düğüne,parka,sinemaya,lokantaya bla bla ve eğlenceye gitmesinler. 
 Zorlu ve farklı bir çoçukluğun ardından kendi ekonomik özgürlüğümde acayip bir şekilde çoçukluğumda yapamadığım herşeyi yapdım. İstanbul hayalken İtalya'ya tatile gittim. İstanbul'da büyüdüğümü anladım fakat kısa şortlu kıvırcık Engin'in İtalya'ya gitmesiyle adam olduğumu ve birey olduğumu bir kere daha anlamış oldum. Sizler için İtalya'ya gitmek basit bir durum gibi gözüke bilir ama benim için hayatımın en önemli anlarından biriydi. Teknolojiyi hep sevdim. Gözde olan ne varsa hiç düşünmeden satın aldım kullandım yada giydim.

 Çoçukluğumda bol bol yiyemediğim muzu kilolarca alıp arsızlık yapıp hepsini bir gecede yedim. Bol bol kendime pasta satın alıp ve ondört onbeş yaşıma kadar ailemin kutlamadığı yada asla halen hatırlamadığı doğum günlerimi en bolundan en görkemlisinden tek başıma kutladım. Yani çoçukluğumun benden aldığı intikamı yıllar sonra bende ondan aldım. Kilolarım oldu ve ben gidip o kilolarımı herkese herşeye inat ameliyatla aldırdım. Sonrasında yine arsız gibi yedim içtim ve yine kilolarımı geri kazandım. Vücudum zamanla bana ihanet etti. Ama ben en küçük hücreme kadar hepsiyle barışığım.
 En çok üzüldüğüm olay ise sağ gözümün sağında kahverengimsi bir benim vardı onu aldırmak oldu. Annem ''o benim sana hatıramdı'' diyince gerçekden çok üzüldüm. Ama birden ne olsun şaka gibi gelebilir ama (bende şaka sanıyorum) sol yanağımda o bene benzer kahverengimsi bir benim daha oluşdu. Annemin hatırası beni bırakmadı ve artık bende onu bırakmıycam. Onun bir adı bile var 'AYTEN'. 

Annemin adıdır AYTEN. Ayten'in sözlük anlamı Ay Yüzlüdür. Tabikide herkesin annesi ay yüzlü nur yüzlüdür ama benim annem bir başkadır. Annem şu an hayatıma ve geleceğime dahil etmediğim iki ağabeyim ve babamın, tabikide benim kahrımı çok çekti. Hayatın bana sunamadığı yada sunmak istemediği herşeyin acısını annemden çıkardım. Ağladım. Kaçtım. Küstüm. Oysa o bana ''Oku oğlum. Bak diğerleri gibi olma sen başkasın ölsemde seni okutcam sen büyük adam olacaksın'' derdi. Ben anneme o sevincide yaşatamadım. Okumadım. Ortaokul ikide yaşadığım kimlik karmaşası içinde kayboldum. Sonra okuldan kaçdım. Uzun aradan sonra okulu bitirdim. Ama üniformayla ve kalem silgi kokarak değil. Para verip sadece salak saçma sınavlara girerek. Annem o kadar değerliki. Canımı önüne sunsam bile fayda etmez. O beni hep başka sevdi. Beni anladı korudu. Arkamdan dalga geçen çoçukları sopayla kovalar beni hep onure ederdi. 

ANNEM ANNELER ne olursa olsun başka bambaşkalar.

Babam var ve şu an sağ ama artık yok benim için. O yüzden babam ve ağabeylerim hakkında kayde değerde bir şey hatırlamıyorum. Ona buna iyi gözüken ama ailesiyle asla ilgilenmemiş bir baba. Bilmem kaç yaşına gelselerde halen aynı noktada ve aynı bencillikde olan ağabeylerim. Uzatmanında anlamı yok sanırım. Benim bu dünyada ANNEM'den başka kimsem yok.

Başta yazdığım gibi aynı noktada olmak yada geride kalmak benim tarzım değil. Ben yıllar geçsede büyüsem gelişsem derdinde olan bir çoçukdum. İstanbul'a ayak bastığımda bu kadar şanslı ve bu kadar güzel şeyler yaşıyacağımı asla düşünmemişdim. Daha önceden yazılarımı takip edenler İstanbul' geliş öykümü mutlaka okumuşlardır. Uzun süredir çalıştığım tv sektöründe kendi departmanımda gayet başarılıyım. Eskisi kadar sükseli bir hayat yaşamasamda zamanın bana bunu yaşatacağını bildiğim için hiç üzülmüyorum. Her çıkışın bir inişi yada dinlenmek için mola yeri vardır. Ben inişde değil mola yerindeyim. Kimse kendine özeleştiri yapmaz ama ben yapabilirim. Çünkü saklayacağınız şeyleri gizleyemiyeceğiniz tek kişi yine sizsiniz. İçimden gelerek internetin sonsuzluğuna yollayacağım bu yazıyı. Geçmişde kalmadan ileriye doğru yeniliklere yenilere uzatıcam elimi.

Aşklarımda oldu. Beni çok seven yada sever gibi yapanda. Ağlatanda güldürende. Aldatanda aldananda. Gidende kalanda. Kısacası yaşanabilecek herşeyi yaşadım. Belkide çok küçük yaşda bu kadar dolu dolu yaşadığım aşklarımın bugün acısı çıkıyor. Eskisi gibi güvenemiyor,sevemiyor,aşık olamıyorum. Ya olgunlaşdımda insandan anlıyorum yada önyargılarımın esiri oluyorum. Bazen boş bir çerçeveye bakıp ağlerken, bazende hırkaları koklarken buluyorum kendimi.



Öyle yada böyle eskide kalamıyor insan. Öyle yada böyle uzaklara yenilere yenilikçilere doğru tıpış tıpış yürüyor insan.

Gelecekde bir gün karşılaşmak üzere.

Ben Özel İnsanım Ve Hep Özel Kalacağım...